26 Ocak 2011 Çarşamba

1982 Haziran'ında kaç yaşındaydınız?

Değerli spor yazarı Savaşkan İlmak'ın blogumdaki ikinci yazısı sizlerle..

Eğer 1982 yılının haziran ayında altı yedi yaşından büyük biri ve bir futbol tutkunu idiyseniz şunu hatırlamanız muhtemel: O yıl ligin son haftası 13 Haziran günü oynanmış ve deplasmanda Eskişehirspor’u Ziya Doğan’ın 2 golüyle deviren Beşiktaş, Şenol Güneş’li, Turgay’lı Trabzonspor’un 1 puan ilerisinde şampiyonluğa uzanmıştı… Trajik olansa, Beşiktaş’a boyun eğen Eskişehirspor’un o sezon -eski adıyla- 1.Lig’den düşmesiydi. Neyse ki Es-Es taraftarı, yine bir Beşiktaş maçı sonrası ligden düşen Bursaspor taraftarının yaptığını yapmamış, Beşiktaş’a düşman üniforması giydirmemişti. Bu iki takım, 1982 haziranında da o tarihin sonrasında da hep iyi dost oldular…

Aslında lafı bir biçimde Ziya Doğan’a getirmeye çalışıyorum. 13 Haziran 1982’nin kahramanına yani… Ve aynı başarıyı 1986 yılının finalinde, bu kez Galatasaray karşısında yineleyen Ziya’ya…
Ziya, bir orta saha oyuncusu... Buna karşın Beşiktaş forması giydiği 194 maçta 38 gol atmış bir hücumcu…

Şimdi, kadro yetersizliği nedeniyle sıradan rakipler karşısında bile kolay kolay hücum yapamayan bir takımı yönetiyor. Konyaspor’u kıt kaynaklara rağmen yukarılarda bir yere taşımaya çalışıyor. Başarabilir mi bunu ya da sezonun sonuna dek koltuğunda oturabilir mi, Allah bilir… Bizim bilip de anlayabileceğimiz şey, Ziya’nın altını çizdiği mühim gerçek:

“Mahalle takımları bitti; artık çocuklar vakitlerini bilgisayar başında geçiriyorlar!”

Yanlış mı? Bilakis, çok doğru bir saptama…

Ve tedirgin edici…
Başa dönelim şimdi: 1982’de kaç yaşındaydınız? Eğer altı yedi yaşınızın üzerinde, 18’inizin altında bir yerlerde idiyseniz muhtemelen sizin de bir mahalle takımınız vardı… Belki hücum, belki savunma oyuncusuydunuz; ama kesin olan şu ki “mutlu bir çocuktunuz”… Ya da mutlu bir genç…

Hiç olmazsa, mutlu olabilmek için ter akıtan biriydiniz değil mi?
Futbol, basketbol, voleybol ya da yakantop… Mahalle takımının işlevi 80’li yılların başlarında sadece bir sporun icrasına dayanmıyordu. O yıllarda, o türden bir takımda yer almak, arkadaş sahibi olmak, kötü zamanda yalnız kalmamak, gelir dilimine bağlı olmaksızın üç aşağı beş yukarı bir eşitlik rüyasına inanmak anlamlarına da geliyordu…
Bizim takımın kalecisi Doktor Arif Bey’in oğluydu mesela. Defansta Marangoz Kâmil Dayı’nın oğlu oynuyordu ve hücumun sağ kanadında Kuyumcu Halil’in oğlu Mustafa… Ben sol kanatta oynayan bir öğretmen çocuğu… Biz, aynı mahallenin çocuklarıydık; eşittik ve çok mutluyduk… Babalarımızın ekonomik durumu aklımızı kurcalamazdı. Markalardan haberdar değildik henüz. Ayakkabımız Mekap’sa sorun yoktu… Maç bitiminde her birimiz birer gazoz alabilirdik nasılsa. Harçlığı çıkışmayana da ısmarlardık sırayla…
Ziya Doğan çok haklı…
Söylediği şey basit bir saptama değil, çok önemli…


“Mahalle takımının ölümü, mahalleli gençliğin ölümüdür… Ve bu da toplumun ölümü gibi bir şeydir…”

Bilgisayar karşıtı olduğum için altını çizmiyorum bu sözlerin. Aksine, ben de haftanın en az on beş yirmi saatini monitöre baka baka geçiririm işim gereği; ama yine de oğluma acıyorum…

Keşke benimki gibi bir çocukluğu olsaydı…

Keşke Ziya’nın dediği gibi “Onun da bir mahalle takımı olsaydı”…
Keşke…
Ama yok… Çok yazık!


Savaşkan İLMAK

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder